21 YIL SONRA TABİR EDİLEN RÜYA
Erkek kardeşim Ümit Deniz'in doğumuna yakın annem bir rüya görür.
"Bir oğlun oldu, adı Mehmet, bu beyaz sarıkla, bu sandık Mehmet'in der bir ses.
Annem yana yakıla bir oğlu olsun istediği için rüyayı kendince şöyle tabir eder;
"Bu seferki kesin oğlan! Adını Mehmet dediklerine göre Mehmet koymak lazım!"
Beyaz sarık ve sandığı ise şöyle yorumlar;
"Herhalde oğlum büyüyünce hoca olacak, belki de büyük bir din alimi olacak!"
Tanrı annemin dualarını kabul etmiş olacak ki,
Bir İlkbahar akşamı Ümit Deniz Öngiden,
Ailenin son çocuğu ve tek oğlu olarak, dünyaya gözlerini açar,
Annem nihayet muradına ermiştir, dört kızın üzerine bir oğlu olmuştur.
Annem oğlunun adı Mehmet Deniz olsun ister,
Babam ise oğlunun adını Ümit Deniz koyar...
Lacivert renkli, kenarları varaklı, üzerinde bir pembe, bir sarı gülü olan,
Çok şık bir şekerlik alıp, üzerine Ümit Deniz Öngiden diye yazdırır.
Tam 21 yıl sonra annemin rüyası gerçek tabirine kavuşur.
Ümit Deniz Erzurum'da vatani görevi esnasında şehit düşer.
Başının arkasına aldığı yara ağırdır ve anında can verir.
Başı beyaz sarıklı, o herkesi kıskandıran upuzun kirpikleri ıslak,
Bir asker fotoğrafı çiçeklerle bezenip, askeri bir törenle,
Bir tabut içinde baba ocağına uğurlanır.
Annemin biricik oğlunu Erzurum elinden almıştır,
Deliye döner, yana yakıla ağlar, haykırır;
"Yıkılası Erzurum, ne istedin sen benim oğlumdan!"
"Bula bula benim biricik oğlumu mu buldun, Deniiiz ahh Deniiiz!!! "
Tam 21 yıl sonra gördüğü rüyayı birden hatırlar ve yeniden tabir eder,
"Meğer sarık başına aldığı yaranın sargısı, sandık da tabutuymuş" der.
"Adını Mehmet koymadı baban ama bak Mehmetçik oldu işte!" der,
Yıllarca dövünüp durur gene de acısı dinmez annemin...
Deniz belki de annemin "erkek çocuk saplantısı" na karşılık,
Tanrının ona verdiği bir tadımlık lütuf, geçici bir emanetti!
Onun ölümünden sonra ne annem aynı kaldı, ne de biz..
Hepimiz bu derin acıyla değiştik, dönüştük,
Bir başka hale evrildik...
Ne yapsak, ne etsek, nereye gitsek hep bir eksik...
31 temmuz tarihi Aile Ağacımıza yas günü olarak kazındı.
Acısı hiç geçmedi, sadece biz o acıyla yaşamasını öğrendik.
O gencecik yaşında bir yıldız gibi kayıp giderken bu dünyadan,
Beşik ile tabut arasındaki döngüsel bağın farkına varmamızı sağladı.
Adına beşik denilen bir sandıkla hayata başlıyor,
Adına tabut denilen bir sandıkla hayata veda ediyorduk.
Bu iki sandık arasındaki mesafeye sığdırabildiklerimize de ömür diyorduk,
Ömür dediğimiz şey ise kimine iki satır, kimine üç beş satır...
Bu kadar yalın, bu kadar gerçek işte...
Yorum Yazın