Eylül Esintisi - Mattia Ahmet Minguzzı

Mattia Ahmet Minguzzı

Mattia Ahmet Minguzzi’nin gencecik yaşta başına gelenlere baktıkça yüreğim acıdan çatlıyor. Tarihe not düşmek gibi bir sorumluluğumuz bulunduğundan Eylül Esintisi’nde ona yer vermeden geçemezdik…

23 Nisan 2010 yılında İstanbul’da doğan Mattia Ahmet Minguzzı, İtalyan şef Andrea Minguzzı ve Türk çellist Yasemin Akıncılar Minguzzi’nin oğlu.

Özel İtalyan Lisesinde öğrenim gören Mattia Ahmet 24 Ocak 2025 tarihinde kaykay malzemesi almak için gittiği Kadıköy pazarında bıçaklandı. 17 gün hastanede yaşam savaşı verdikten sonra 9 Şubat’ta yaşamını yitirdi.

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesine göre ölüm sebebinin kesici aletlerle saldırıya bağlı iç organ yaralanması olduğu belirtildi.18 yaşından küçüklere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilemediğinden, Ahmet Minguzzi’nin katillerine üst sınırdan 24 yıl hapis cezası, suça iştirak edenlere de beraat kararı verildi.

14 yaşında yaşamdan koparılan Ahmet Minguzzi’nin annesi ve aile yakınları karara tepki gösterdi ayrıca çok sayıda vatandaş bu kararı protesto etti. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı ise mahkeme kararını istinafa taşıyacağını bildirdi.

       

Görülen davada Ahmet’i öldüren bıçağın suç unsuru sayılmaması, kamera kayıtlarının zaman aşımı gerekçesiyle silinmesi, katletme olayından çok kısa bir süre sonra katillerin sosyal medyada kutlama yaparcasına fotoğraf paylaşması akıl ve vicdan sahibi olan herkesi rahatsız etti.

İşlenen suça baktığımızda karşımızda aç kaldığı için ekmek çalan bir çocuk profili yok. Tersine gözünü kırpmadan bir çocuğu tam kalbinden defalarca ve hunharca bıçaklayan eli kanlı bir katil ve de arkasında onu koruyan güçlü bir çevre var.

Ölen kadar öldürenlerin de çocuk olduğu ileri sürülse de mafyacılık oynayan katil çocukları “suça itilmiş çocuklar” deyip kayırmak, işledikleri vahim suçu geçiştirmek mümkün mü? Bu tür hatalı bir karar emsal teşkil edeceğinden toplumsal adaletsizliği yayınlaştırmaz mı?

İster çocuk ister yetişkin olsun hiç kimse işlediği suçun cezasını çekmeden düzelemez ve iyileşemez. Sabıkası nesiller boyu sürer, kötü şöhreti alır yürür. Bu nedenle hiçbir suçlu ne ailesi ne çevresi ne de devlet tarafından kollanmamalı.

Bir toplumda hukukun üstünlüğü ilkesi çiğnendiğinde, yargı bağımsızlığını yitirdiğinde adli mercilerin adil kararlar vermesini beklemek hayaldir.

Daha fenası ve hatta daha tehlikelisi içi yananların, çaresiz kalanların adaleti kendi başına sağlamaya kalkması ya da mafyadan medet ummasıdır. Ancak insanın ağır bir duygusal şok yaşarken mantıklı davranması da hiç kolay değildir.

Çünkü;

“Ateş düştüğü yeri yakar…”

Düşünün, annesinin göz bebeği bir çocuk sabah evden çıkıyor ve ondan geriye bir çöp torbası içinde eve eşyaları geliyor…  Böylesine ağır bir durumla karşı karşıya kalan hangi anne sağ duyulu davranabilir?

Çürümenin her yanımızı kuşattığı bir toplum yapısı içinde adaleti şahsi yollarla temin etmeye çalışanları yargılamak çözüm değil. Değil, değil de… yine de adalet adaletsizlikle sağlanmamalı elbette.

Aslında hunharca işlenen bu cinayeti sadece Minguzzı ailesine karşı değil, insan onuruna ve yaşam hakkına yöneltilen ciddi bir saldırı olarak görmek gerekir. Ülke olarak geldiğimiz nokta yeni bir toplumun inşasını kaçınılmaz kılıyor. Bu da adil ve ahlaki ilkelere öncelik verilmesiyle mümkün olabilir ancak.

Ahmet Mugnizzi’nin mezarına bile saygı duyulmadı, tahrip edildi, ailesi de tehdit edildi. Dolayısıyla Mugnizzi vakası adi bir vaka olmayıp bu toplumun bütün çocuklarını tehdit eden ciddi bir adli vaka olarak ele alınmalıdır.

 

Yarın “vay yan baktın, yok niye çarptın” diye sudan sebeplerle insanlıktan çıkmış, canavarlaşmış biri güruh her an bir çocuğu hayattan koparabilir. Maalesef ki suça itilmiş çocukları ıslah edecek sağlam bir rehabilite sistemimiz de yok.

Karşılaştığımız en yaygın manzara gücün kötüye kullanılması. Hukukun haklıdan yana değil güçlüden yana işlemesi. Kadın katillerinin de çocuk katillerinin de hatta hayvan katillerinin de bir kravat takıp masum rolüne bürünmesi cezasını hafifletmeye yetiğinden kan dökülmedik bir günümüz geçmiyor.

Yargı sistemi bağımsızlığını yitirdiğinden, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi yok edilip tüm yetkiler “tek elde” toplandığından, tüm kararlar “tek ağızdan” verildiğinden beri Türk toplumu yarı psikoz durumda.

Eğer bu psikozdan çıkmayı başaramazsak haramiler düzeni saltanatı sürüp gidecek. Annelerin göz yaşları hiçbir zaman kurumayacak. Ölen öldüğüyle, acı çeken çektiğiyle kalacak.

Toplum “adalet mülkün (devletin) temelidir” inancını yitirdiğinde son derece tehlikeli bir çıkarsamada bulunacak;

 “Kendi işini kendin gör-kendi adaletini kendin sağla”

Bu devlete olan güvenin de iflası anlamına gelecektir.

Bu toplumsal cinnetten çıkabilmemiz için yüzleşmemiz gereken acı bir gerçek var;

“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır”

Bize böylesi önemli bir vasiyette bulunan,

Bilge Ata’mızın kurduğu ve bize emanet ettiği,

Laik Türkiye Cumhuriyeti’nden uzaklaşıp,

Zifiri karanlık tarikat ve mafya ağına dolanmışsak,

Biz o emanete hıyanet etmişiz demektir.

 

 

ÖNCEKİ YAZI Cumhuriyetimizin 102. Yılı Kutlu Olsun SONRAKİ YAZI Retro Mars ve Açısız Mars Özellikleri
Mattia Ahmet Minguzzı
Mattia Ahmet Minguzzı
02.11.2025 11:50:44
Annabel Lee
Annabel Lee
21.10.2025 12:17:34
Rahatı Kaçan Ağaç
Rahatı Kaçan Ağaç
26.09.2025 11:13:41
Yorum Yazın