Türk Kahvehaneleri
Günümüzde adına ister “cafe” ister “kıraathane” densin tüm kahve içilen mekanların kökeni “kahvehane” kültürüne dayanır.
Kahvenin yaygınlaşmasında İstanbul’da açılan kahvehanelerin rolü büyüktür. İstanbul’da ilk kahvehanenin 1554 yılında önemli ticaret merkezlerinden biri olan Tahtakale semtinde Arap kökenli iki kişi tarafından açıldığı belirtilmektedir. Sonrasında bunu Eminönü ve Unkapanı semtleri izlemiştir.
İstanbul’da 1554 yılında açılan ilk kahvehanenin aynı zamanda dünyada açılan ilk kahvehane olduğu tarihi kayıtlara geçmiştir. Enis Batur bir yazısında bu noktaya temas eder;
“1998 de kısa bir konaklama sonrasında Paris’te, bavulları otele koyar koymaz ilk kahvemi içmek için girdiğim Cafe’ de Mairie’ deki garsonun fincanı yanına iliştirdiği küçümen şeker paketinin üzerinde
“İlk kahvehane 1554 de İstanbul’da açılmıştır”
Yazsını göreli beri, neredeyse gururum zedelenmişti” (1)
Kahvehaneler önce Tahtakale benzeri Kasımpaşa, Galata ve Tophane gibi liman bölgelerinde açılmış oradan da hızla hemen her semte yayılmıştır. Kahvenin kamusal alanda ticari bir mekânda satışa sunulması kahve tüketimini yaygınlaştırdığı gibi kahveyi de ticari bir ürün haline getirmiştir.
Öncesinde saray başta olmak üzere ilmiye konakları ve tekkelerde hüküm süren kahve kültürü, kahvehaneler vasıtasıyla mahallelere yayılarak kamuya açılmıştır. İstanbul’un kahvehane piyasasının bir kısmını Fransız, İtalyan ve İngiliz uyruklu işletmeciler ellerinde tutmuştur. 20.yüzyılın ilk çeyreğinde payitahtın hemen her sokağında işletmecisi Türk, Arnavut, Rum, Ermeni ve Yahudi olan çok sayıda kahvehane hizmete girmiştir.
Kahve İstanbul’un ardından Anadolu’ya ve Avrupa kıtasına yayılma göstermiştir. Orta ve doğu Anadolu bölgesinde Türklerin yanısıra Ermenilerin açtığı kahvehaneler ve Karadeniz bölgesinde açılan Rum kahvehaneleri ülkenin hemen her köşesine uzanmıştır.
Alexander Van Millingen’in 1906 tarihli “Constantinople” adlı eserinde İstanbul’un açık hava kahvehaneleri ve kahveci tasvirlerine yer verilmiştir.